• Samsun
  • Son Güncelleme 06:47

Bu gönderiyi paylaşabilirsiniz!

İnsanlığın başlangıcı evrim, yaradılış veya bilinçli tasarım modellerinde olsun sonuçta tek bir kökenden başlamakta ve milyonlarca yıl süren süreç içersinde bugünkü konumuna gelmektedir. Bu anlamda değerlendirdiğimizde genelde tüm canlılar özelde ise tüm insanlar aynı ortak atadan gelmiş olup zaman içerisinde dünyaya dağılmıştır.

Dolayısıyla sonuç itibariyle insanlık doğduğu yerde (ki bu yer Aden Bahçeleri olabileceği gibi, cennet gibi bir yer veya herhangi bir yer olabilir) kalmamış yaşayabileceği/doyabileceği mekânları aramakla ve bu mekânlara sahip çıkmakla yaşama katılmıştır. Bu bağlamda insanların mekân tercihini güvenlik, barınma ve beslenme gibi birtakım fizyolojik dürtüler belirlemiştir.

Bu dürtülerini tatmin etme sonucunda da daha üst yapılar oluşturulmuş ve yaşanılan/doyulan/barınılan alanları koruma ve sahiplenme dürtüsü gelişmiş, nihayetinde uğruna kan dökülecek düzeyde toprağa sahiplenme ve anlam katma süreci ortaya çıkmıştır. Bugün gelinen nokta tamamıyla bu sürecin yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır. Gelinen noktada üzerinde bulunulan toprakları savunmak ve gerekirse uğrunda ölümü göze almak kaçınılmaz bir sonuç ve gereklilik halini almıştır. Aksi halde başka alternatif alanların bulunması da söz konusu değildir.

Bu durum toprağa sahiplenmenin bir boyutudur, ancak yeterli düzeyde kendimizi ifade edebileceğimiz bir boyutu değil. Yaşadığımız çağda etnik veya mikro milliyetçiliğin yoğun etki ve baskısının hissedilmesi gelinen noktada bakış açımızı gözden geçirmemiz ve daha insancıl boyutlara taşımamıza gereksinim olduğunu göstermektedir. Üzerinde yaşanılan toprakları sahiplenmek amacıyla kaç yıldır üzerinde yaşanıldığının öne sürülmesi bu anlamda yeterli bir argüman olarak görülmemektedir.

Zira zaten ortak atadan türememiz nedeniyle sahiplendiğimiz toprak parçasında ezelden gelen bir hak söz konusu değildir. Ancak bu durumdan bu toprakları terk ederek birilerine teslim etmek gerektiği anlamı da çıkarılamaz. Aksine gidilecek bir yer yok ki. Bu durumda sahiplenmek tek çıkar yol. Burada vurgulanması gereken olay topraklara sahip çıkarken mantıksal dayanaklarımızın sağlam olması ve genel geçer doğrularla uyum içersinde olmamızdır.

1071 yılında Anadolu’ya gelişimizle başlayan tarihsel yolculuğumuz mevcut konumumuzu açıklamaya yetmediği gibi öncesinde yaşananları yok saymamız hiçbir gerçeklik ifade etmemektedir. 1071 önemli bir tarihsel dönemeçtir, ancak ilk ve son, hatta tek dönemeç değildir. Cumhuriyetin ilk yıllarında da yapılan tarihsel çalışmalar bağlamında olayı değerlendirdiğimizde Anadolu en az 7000 yıldır bizlere vatan olmaktadır. Turani kavimlerin Anadolu’ya yerleşmesi sürecine bağlı olarak buraların asli unsuru olduğumuz muhakkaktır. Önemli olan bu olguyu net bir şekilde fakat tahrik etmeyici bir boyutta gündeme getirmektir. Aksi halde birleştirici fonksiyon icra etmesi gereken bu yapı yanlış anlaşılmalara neden olabilir.

İlimiz bağlamında olayı ele almak istersek olay daha da netleşir. Samsun coğrafi konumu itibariyle yüksek düzeyde göç hareketlerinin yaşandığı bir il konumundadır. İlimizde de olduğu gibi hemen hemen her şehirde başka illerden göç ederek gelenlere karşı bir duruş/tavır söz konusu olmakta, hatta bazı iller ile bağlı ilçeleri arasında çok ciddi anlamda gereksiz tartışmalar yaşanmaktadır.

Oysa Anadolu coğrafyası üzerinde iller arasında yer değiştiren bu bireyler de bizimle aynı ortak kültürel değerleri paylaşan ve temelde ortak atadan geldiğimiz insanlardır. Bu insanları geldikleri il, ilçe, bölge, etnik köken gibi bir takım faktörleri baz alarak %0-100 gibi matematiksel orantılarla tanımlamak ortak atadan kaynaklanan birlikteliği bilmemek olduğu gibi, elimizde olmayan genetik ve coğrafik varlığımızın sorgulanması anlamına gelmektedir. İnsanların birbirlerine olan ırksal/coğrafi/genetik farklılığının dozaj düzeyinin az veya çok olması onun üstün/seçkin/aşağı olduğu anlamını doğurmaz.

Dolayısıyla aynı ortamı paylaştığımız çeşitli bireylerle bir arada yaşamanın ortak avantajını kullanmak ve bu farklılıkların oluşturacağı sinerji ile şehrin kültürel/coğrafi/siyasal/sosyal gelişimine katkıda bulunmak esas olmalıdır. Genetik/siyasal/sosyal anlamda aynı ortak paydada göründüğümüz bireylerin şehrin gelişmesine katkısı yoksa ülkenin ve şehrin geleceği hakkında da katkısı olmayacaktır.

Bu durumda onların iyileştirilmesi ve ülkeye katkısı anlamında gerekli eğitim çalışmalarının yapılması yerinde olacaktır. Yoksa sahibi olmak veya yerlisi olmakla övündüğümüz bu ilin/ülkenin gelişmesine katkıda bulunamayız. Samsun’un gelişmesi sürecine etkide bulunmak istiyorsak ancak üretim sürecine aktif katkıda bulunarak, tanıtım sürecinde olumlu çalışmalarda bulunarak bunu sağlayabiliriz.

Günlük yaşamımızın önemli bir bölümünü genetiğimizin veya atalarımızın geldiği il veya ilçenin % düzeylerini tartışmak ve saptamakla geçirmenin hiç kimseye yararı olmayacaktır. Ve bu tartışmanın da İstanbul’un fethi esnasında atamız Fatih Sultan Mehmet’in surları döven şanlı savaşının olduğu esnada, meleklerin erkek mi dişi mi olduğunu tartışan din adamlarının tartışmasından farkı olmayacaktır.

0 Yorum

Yorum Yap