• Samsun
  • Son Güncelleme 17:24
Prof. Dr. Koray KARABEKİROĞLU Görseli

Prof. Dr. Koray KARABEKİROĞLU

Köşe Yazarı

Çocuk ve Ergen Psikiyatristi

Diğer Köşe Yazıları

Bu gönderiyi paylaşabilirsiniz!

Solipsizm, Nihilizm, Agnostizm

 

Solipsizm (Tekbencilik). Solipsizm kısaca, “İnsanın yaşadığı ve şahit olduğu her deneyim ve bilginin ancak kendisi ile var olduğuna, tüm diğer varlıkların, insanların, kısacası her şeyin sadece bir yanılsama olduğuna inanmak” şeklinde açıklanabilir. Diğer bir deyişle, insan yalnızca kendinden emin olabilir, diğer her şey bir kurgudan ibarettir.

Truman Show diye bir film vardı. İzlemediysen, öneririm. Solipsizm üzerine düşünmek için iyi bir film bence. Yani, ben aslında bir rüyanın içinde olmadığımı ve tüm bu yaşananların bir yanılsama olmadığını (Matrix filmi de aklına gelmiş olabilir) asla ispat edemez miyim?

Sonraları –felsefe okudukça, anlatanları dinledikçe- anladım ki, varlığı ‘gerçek’ olarak görenlere realist, kavramları ‘daha gerçek’ kabûl edenlere de idealist deniyormuş. Bir de nihilizm varmış. Nihilizmin de pek çok çeşidi olduğu söylenebilirmiş. Mesela, varlığı tümüyle reddedenlere radikal nihilist denirmiş. Bununla birlikte politik, ahlâki, epistemolojik, kozmik ve varoluşsal olarak da ayrılan nihilizm türleri varmış. Varlığı tümüyle yok sayan radikal nihilistlerin aksine, belirli bazı bilgi türlerinin imkanını reddediyorlarmış. Bir de sorunlara çözüm bulunamayacağını düşünerek, çıpayı oraya atanlara da agnostik (bilinemezci) deniyormuş.

Meseleyi mesele etmezsen, ortada mesele kalmaz” demekle mesele çözülmüyor.

Agnostik olmak topu taca atmaya benziyor. Biraz zaman kazandırıyor. Oyun duruyor bir süre, o kadar. Hemen arkasından, top rakibe geçmiş oluyor ve üzerine üzerine gelmeye başlıyor yine, zor sorular. Sürekli defansta durup, her gelen argümanı taca atmaya devam etmeye çalışmak da bir seçenek olabilir.

Öte yandan, nihilizm sanki, “Ben oynamıyorum” demek gibi. Maçın ortasında, sahanın bir yerinde kendini yere atmak gibi bir şey. Kimisi oyuna, kimisi de hakeme tepkili. Oyunu sevmemiş olsa gerek, kuralları sorguluyor duruyor ya da adalete güveni kalmamış, öfkesini nereye yönelteceğini şaşırarak, bazen topu kendi kalesine atmak bile aklından geçebiliyor. Ya da öfkesini bir türlü kontrol edemiyor, kendini ya da oyunu hiçlemek, hiçliğini kendine ve başkasına ispatlamak adına, -‘var’ken ‘yok’ olmakla, ‘var’ken ‘hiç’ olmayı karıştırırcasına- kırmızı kart görecek -intihar misali- bir eylem yapıveriyor. Oyunu arkasında bırakıp, saha dışına atılınca da, hiç de ‘hiç’ olmayıp, bir süreliğine ‘yok’ olduğunu fark edemiyor. Arkasına bakmadan dönüp gidiyor. Kafasını kuma gömen devekuşu gibi.

Hani şu aşka inanmayanlar gibi. “Ben hiç aşık olmadım” demiyor da, “Ben aşka inanmam kardeşim” demekte inatçılık ediyor. “Gözümle görmeden inanmam” diyor. “Tamam, bak işte kedi” deyince de, “Ne kedisi?” diye şüphe içinde. “Dokun bak, ne tatlı” desen, korkuyor, dokunmuyor. Sonra da, “Ben kedi olduğundan emin değilim” demekle ısrar ediyor. “Tamam” diyorum ben de o zaman. “Kediyi boş ver, ama bir gün kedi seni tırmalarsa, acıyı hissettiğinde, önce ona inan. Sonra da acısı bir yandan, seversin kediyi belki de…”

 

Yeni bir yazıda buluşmak üzere.

Sıhhat ve muhabbetle…

0 Yorum

Yorum Yap