• Samsun
  • Son Güncelleme 18:23
Prof. Dr. Koray KARABEKİROĞLU Görseli

Prof. Dr. Koray KARABEKİROĞLU

Köşe Yazarı

Çocuk ve Ergen Psikiyatristi

Diğer Köşe Yazıları

Bu gönderiyi paylaşabilirsiniz!

Merak kediyi öldürür belki, ama insanı diriltir.

Prof. Dr. Koray KARABEKİROĞLU

 

Düşünsene, hiçbir şeyi merak etmeyen, hiçbir şey sormaz. Hiçbir şey sormayan ise, ya hiçbir şeyi merak etmiyordur, ya sormasına izin verilmiyordur, ya her şeyi biliyordur ya da zihinsel bir özrü olduğundan soramıyordur.

Zihinsel bir özrü olanı bir kenara koyalım –çünkü tıbben, hukuken, mantıken ve pek çok dine göre onun mazereti var- ve bir insan her şeyi bilemeyeceğine göre, yasak edilmedikçe, merak tükenmedikçe insan sorar.  

Haydi, bir aforizma yapalım: İnsan soru soran hayvandır.”

Soru sormak için de öncelikle bilmediğini fark etmen gerekir. Bilmediğini bilmen ya da bildiğinden şüphe etmen lazım ki sorasın. Her şeyi bilen ya da her şeyi bildiğini düşünen biri soru sormaz. Sorsa da, bilmek için değil, başka amaçla sorar. İnsan büyüdükçe, yani düşünceler üzerine düşünme başlayınca, insan merak eder ve sorar.

Çocuğu olanlar bilir, çocuk kendini ve dünyayı kavradıkça başlar sormaya. Belirli bir yaşa gelmiş, zekâ ve sağlığı yerinde olan -otizmli bazı bireyler ya da bilinci, muhakemesi yerinde olmayanlar dışında- tüm insanlar soru sorar. Durmadan sorası gelir, ta ki birileri ‘yeter artık sorma’ diye onu bastırana, ya da etrafındakiler kendi bildiği ‘doğruları’ ona ezberletinceye kadar.

Otantik insanın -içindeki çocuğun güven, hayret, tutku, şüphe ve merak etme becerisi ezilmemiş olanın- sorusu bitmez.

Hiç merakı olmayanlar ya da her şeyi “bilenler” zaten soru sormazlar. Sorularını yüksek sesle sormana izin verilmiyor olabilir. Korkularımız bize engel olmadıkça, merakımız bizi alıp götürür.

Bu yolda bazı zorluklar olabilir. Mesela bazı soruları sordukça, önceden bildiğine inandığın bazı şeyleri aslında gerçekten bilmiyor olduğunu düşünebilirsin. Önceleri bu durum biraz rahatsız edici olabiliyor. Aslında –bana kalırsa- bu rahatsızlığın temel nedeni, bilgi ve inanç konusunun birbirine karışıyor olması. Yani, bildiğimizi sandıklarımız, aslında inandıklarımız.

Platon’un yazdığı Sokrates’in Savunması isimli kitabı okumanı öneririm. Sokrates’in hikâyesini bilirsin. Ortalıkta dolaşıp herkesin ensesinde beliren ve zor sorular soran adam. Kendine at sineği diyen. Tek yaptığı soru sormak olan bu adamı, işte o ‘her şeyi bilenler’ pek sevmemişler ki, Sokrates’in sonu acı olmuş. ‘Gençlerin kafasını karıştırma suçundan’ idam edilmiş.

Demem o ki, bazı mahallelerde çok soru soran adamı, meraklı olanı pek hoş karşılamazlar. Bana kalırsa, insanın hayret etmesini zedeleyen ve merakını bastıran en önemli neden korkularıdır, demiştim. Çünkü insan –belki de en çok- seçmek zorunda olmaktan, özgürlükten korkar. Seçmek demek sorumluluk demektir, her tercih bir vazgeçiştir. Her seçim bir başkaldırı, bir aykırı düşmedir. Hele bir de azınlıkta kalırsan, çoğunluk seni yutar diye korkabilirsin.

Özgürlük ve yalnızlıktan kaçan insan topluma, yaşam dünyasına sarılır. Rollo May der ki: “Faşist ya da Nazi totaliterizmin ortaya çıkmasının nedeni bir Hitler ya da bir Mussolini’nin iktidarı ele geçirmeye karar vermesi değildir” der. Ona göre, “Uluslar dayanılmaz bir ekonomik talep sürecine girdiğinde ve hem psikolojik hem de tinsel anlamda içleri boşaldığında totalitarizm oluşan bu boşluğu doldurur ve insanlar artık kaçınılmaz bir hâl alan endişeden kurtulabilmek için özgürlüklerini satmaya hazırdırlar.”

Yeni bir yazıda buluşmak üzere.

Sıhhat ve muhabbetle…

 

 

 

 

 

0 Yorum

Yorum Yap