DİĞER



Arif ARCAN

Kelbayı Dede

28.05.2021 10:13


Bir şehri dengede tutan şahsiyetler vardır.

Varlıkları rahmet olan, yoklukları hemen hissedilen bu şahsiyetler, şehrin meydanları, çeperleri kadar gerçek ve tanıdıktırlar. Bu şahsiyetler, şehrin mutat vakitlerini işaretleyen mekânın alametlerindendirler. ‘Muhammed’in balaları’ diye ünleyen gür bir ses işittiğinizde; yaz ikindi sonralarının akşama meyyal şerbet sıcağında irice mendili ile geniş alnını, takke altını silen Kelbayı Dedenin sokağın sonundaki küçücük evine epeyce yaklaştığını anlarsınız. Vakit; Acem Camide kılınmamış ikindi namazını İstasyon Camide eda eden Kelbayı Dedenin heybesindeki şekerlemeleri etrafında kümelenen mahalleli çocuklara dağıtma ve derin bir şefkat ile yetim ya da öksüz bir başı okşama vaktidir.

Vakit; ‘huuu’ sesi ile hamile geline bir pişirim kebaplık, gözünün feri çekilmiş acuzeye belki de son dünya tadı bir şeftali, piri ihtiyara özenle perdahladığı bir baston, yatalak komşuya birkaç kitap, hayli bol hayır dua vaktidir. Kelbayı Dede evine üç beş adım kala şoseye açılan patikaya sapar, birkaç yüz adım sonrasında ufkun koynuna girmeye hazırlanan güneş ışıklarının kızıla çaldığı Şose Cami camlarının gözlerini kamaştırarak kendisini karşılamasına çocuklar gibi sevinir, alacakaranlığı sarıp sarmalayan ezanı, yolcuların telaşlı abdest alışlarını izleyerek dinler ve namaza geçer. Genç imam üç beş yaprak Kur’an okuyarak Kelbayı Dedenin yatsı namazını kılmasını bekler, yatsı namazını bitiren Kelbayı Dede, sabaha çıkamama ihtimali ile imamı hasretle kucaklar helallik ister.

Camiden çıkan Kelbayı Dede her defasında şoseyi bir müddet iç çekişleri ile seyreder.  Bir türlü hacca gidememiştir. Gençliğinde nasıl olmuşsa Kerbela’ya gitmiş ama hacca gitmek nasip olmamıştır. Kendisini bildi bileli hacca gidebilmek için para biriktirmektedir. Hac parasını ya hastası olan garibanın mintan cebine koyuvermiş yahut kış ortasında titreşen yetimlere kol kanat germiş veya ocağı tütmeyenin imdadına yetişmiştir. Her defasında, ‘seneye inşallah’ duasının genişliğinde boş para çıkınını mesut ve bahtiyar koynuna yerleştirmiştir. Kelbayı Dede nereden gelip nereye gittikleri bilinmeyen yolculara hayır dualarda bulunarak evine dönmektedir. Gün bitmiştir.

Geniş bir gülümseme ile evine giren Kelbayı Dede kendisini karşılayan hatunu Fatıma Halanın sürekli çatık olan kaşlarına alışmıştır. Eskinin çırağı yeninin kalfası Fazıl’ın minik bahçelerinin kapısından süzülmesi ile sofra kurma vaktidir. Hemen her gece sorulan ‘Nerde kaldın yavrum’ sorusunun cevabı da hemen hemen aynıdır. ‘Hayır sahiplerinin emanetlerini yerlerine ulaştırdım Usta.’ Çocukları olmamıştı. Kelbayı Dede yetim ve öksüz Fazıl’ı yanına çırak, evine evlat aldığında Fatıma Halanın çatık kaşlarının bir defaya mahsus yumuşadığı görmüştür. Fatıma Halanın kaşları sürekli çatıktır. Ama gecenin kör karanlığında sürekli ağlayan bir çocuğu, inleyen bir hastayı merak etmekte, aniden yerinden fırlayarak soluğu komşusunda almaktadır. Acemi gelinlere anne, hastalara şifacıdır.

Kışları Kelbayı Dede Cuma namazları haricinde evinden pek çıkmazdı. Birkaç teneke tabakasını sundurmanın altına istifler, istifin üstüne makasını, perçin kerpetenini yerleştirirdi. Kış ortasında borusu delinen, sobası eriyen soluğu Kelbayı Dedenin yanında alırdı. Kendisini özleyen esnaf sırayla her gün Kelbayı Dedeye uğrar, ‘Usta hele bir boru büküver. Fazıl da boru büküyor ama seninkisi bir başka’, bahanesi ile Fatıma Halanın karanfilli çayından doya doya içerlerdi. Kış, Kelbayı Dedeyi ‘Muhammed’in balalarından’ mahrum bırakamaz, kızamık çıkaran çocukları tek tek ziyaret eder, onlara kızamık şekeri verirdi.

Bir yaz başı minik bahçesinde nadide gül goncalarını severken Kelbayı Dede emaneti teslim etti. Şehir yerinden oynadı. Kelbayı Dedeyi mahşeri bir kalabalığın şahitliğinde toprağın koynuna verdiler. Terekesi bir heybe dolusu şekerlemeydi. Ya sonra; yaz ikindisinin akşama meyyal şerbet sıcağında Fazıl’ın gür sesi duyuldu. ‘Muhammed’in balaları…’