• Samsun
  • Son Güncelleme 23:59

Bu gönderiyi paylaşabilirsiniz!

Şehir ve gazete iki ayrı bağlam. Ancak ikisinin de içinden nehirler, dağlar, ağaçlar, çiçekler, kuşlar, çocuk insanlar ve yetişkin insanlar geçer.

Her ikisinin içinden günler, haftalar, aylarla beraber mevsimler geçer.

Her ikisinin içinden bazen hüzünlü bazen sevinçli haberler geçer.

Buraya kadar olan geçişler yakın tarihe kadar genel olarak böyleydi. Şehirlerin kentleşme süreciyle birlikte birbirine benzediği, kıymetli olanın önemsizleştiği zamanlarda her şey içimizde kalıyor artık. Gazetelerin durumu da pek farklı değil. Sanal ortamda hepsinin sayfalarına hızlıca ulaşılıyor. Ancak gazetenin bayiden alınıp eve ya da iş yerine getirilmesi, sonra sayfaların özenle satır satır okunması hatıra kutularına kaldırılıyor.

Oysa şehir ve gazete her ikisi hem ayrı ayrı hem de bir bütün olarak bir değer ifade ediyor.

Peki nedir şehir? Şehir denilince nasıl bir tasavvur oluşuyor zihinlerde?

Kayıtlarda yer alan bilgilere göre Farsça kökenli şehir kelimesi Arapça’da medine, belde, karye  ya da mısr ile ifade ediliyor. Kur’an’da Mekke için “şehirlerin anası” anlamında kullanılan ummu’l kura tabiri bu ifadelerin bir örneği.

Yine verilere göre tarihte bilinen ilk şehirleşmeler M.Ö. 4400’lü yıllardan itibaren Suriye, Filistin, Mısır, Mezopotamya’da görüldüğü yönünde. Fakat yakın dönem arkeolojik araştırmalar şehir yerleşmesi olarak Çatalhöyük’ü işaret ediyor. Üstelik tarihin ibresi M.Ö. 6800 yılına doğru iniyor.

İslâm döneminde şehircilik alanında ilk düzenleme ise hicretten sonra Yesrib’de yapılıyor.

Yesrib kelimesi “zarar vermek, karıştırmak, başa kakmak, bozmak” gibi kök anlamlarını içeriyor. Medine’nin bilinen en eski adı Yesrib. Şehre ilk yerleşen kişi olduğu rivayet edilen Yesrib b. Vâil’in ismine atıfla böyle anıldığı zikrediliyor.

Hicretin ardından Hz. Peygamber şehre olumlu anlamlar içeren adlar verilmesini istedi. Sadece ismini değil tüm beldeyi yeniden düzenledi. İbadetin yanında başta eğitim ve öğretim olmak üzere adalet hizmetleri, kamu idaresi gibi hizmetlerin yürütüldüğü Mescid-i Nebevî’yi inşa ettirdi. Allah Resulü bu davranışıyla daha sonraki Müslüman şehirleri için cami merkezli şehir modelinin mimarı oldu.

Şehir denince aklıma ilk önce Allah Resulü’nün Mekke’ye vedası gelir.

Peygamber Efendimizin Mekke'den Medine'ye doğru hicret ederken son kez Mekke'ye bakıp “ey Mekke seni çok seviyorum, fakat senin evlatların benim burada kalmama izin vermiyorlar” dediği rivayet ediliyor.

Peki şehir kadar gerçek olan bir diğer detay gazeteye dair hafızada neler canlanıyor acaba? Meselâ doksan yaşındaki bir nene gazeteyi satır satır okuduğunda bir haz alırken yedi yaşındaki torun çocuğu bu tablodan etkilenecektir haliyle. Bu misâlden hareketle her şeyin dijital ortamdan yürüdüğü bir dünyada elimize alıp tuttuğumuz gazeteden haberdar olanların sayısı günden güne azalıyor. Bu çarkın döngüsünde cep telefonu şeklinde tanımlanan iletişim aracı ile kağıt değersizleşiyor.

Buraya bir soru işareti bırakarak gazetenin tarihçesine göz gezdirelim dilerseniz.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde ve bugünkü Türkiye topraklarında çıkan ilk gazete, devletin resmi yayın organı olan ve 1831’den itibaren yayımlanan Takvim-i Vekâyi idi.

Ceride-i Havadis ise dokuz yıl sonra yayımlanmaya başladı. Gazete değil de ceride sözcüğünün kullanıldığı o dönemde bu yayın, bir İngiliz vatandaşı tarafından kurulsa da, “Türkiye’nin ilk özel gazetesi” oldu.

1860’da yayın hayatına başlayan Tercüman-ı Ahvâl ise Osmanlı Devleti’nde bir Türk vatandaşının çıkardığı ilk özel Türkçe gazete olarak tarihe geçti.

Yeri gelmişken çocuk gazetesinin tarihçesine de bir göz atalım isterseniz.

Mümeyyiz, Türk edebiyatında yayınlanmış ilk çocuk dergisi. 1869-1870 yıllarında yayınlanmış toplam 49 sayılık bir çalışma. Mümeyyiz isimli bir gazetenin Cuma günü çıkarılan eki olarak yayınlanmış. Her sayısı farklı renklerde hazırlanarak İstanbul’da basılıp Anadolu’ya dağıtılmıştır. Dergiyi Kırımlı eğitimci Sıdkı Efendi çıkarmış. Amacı ise çocukların ahlâklı ve terbiyeli olmaları konusunda hizmet etmek. Hedef kitlesi ilköğrenim çağındaki çocuklar olan dergi sayfalarında zekâ soruları ve cevapları, haber metinleri, fıkralar, okur mektupları, hikâyeler, masallar, nasihatler yer almış.

Şehir ve gazetenin mazisine dair hatırlatmalar özetle böyle. En sağlıklı detaylar google’da değil insanlık tarihinin hafızasında mevcut. Şehir ve gazetenin tarihi yolculuğu artık dijital dünyanın mecralarında devam ediyor. Dünya artık böyle demeden evvel bugünden yarına hangi hatırayı bıraktığımıza bakalım. Hem ferd olarak hem şehir olarak hem ülke olarak.

 

Bir hayal:

Her şehrin bir gazetesi olmalı. Hatta şehrin meydanlarında halkın ulaşabileceği yerlere bırakılmalı. Herkes kendisinden bir şeyler bulmalı sayfalarında. Dijital çağda olmak yeni neslin gazeteyi tanımasına engel değil. Gazete kokusunu ve sayfalarına dokunmayı her çağın insanı hak ediyor sanki.

Her şehrin bir de çocuk gazetesi olmalı. “Yok daha neler tabletle büyüyen nesil için mi tüm bu çabalar” demeden önce “buna gerek var mı” ya da “değer mi acaba” gibi yaklaşımları tercih edebiliriz. Bugün yedi yaşındaki bir çocuk gazeteden haberdar ise ve üstelik çocuklar için bir gazete fikriyle heyecanlanıyorsa eğer umut var bence.

 

Bir sabah gezisi:

Sabah erken saatlerde şehrin sokaklarında dolaşmak keşif için iyi bir fırsat. Dükkânını açıp masasında gazete okuyan bir esnafla karşılaşabilir hatta hayırlı sabahlar dileyebilirsiniz.

Şehrin tepeleri ise bakışı zenginleştirmek için iyi bir fırsat. İlkin sıfır noktadan tepelere göz kestirip sonra oradan kuş bakışı keşifler yapılabilir. İstanbul’un şiirlere, romanlara, filmlere konu olan yedi tepesini bilmeyen yoktur herhalde. Ancak bırakın yaşadığı şehrin tepelerini mahalledeki tepeden bihaber yaşıyoruz.

Sahi bir çınar ağacına baktınız mı hiç uzun uzun. Yaşadığınız şehirde kaç tane var? Bir gün birisini kesseler fark eder misiniz yokluğunu?

Çınar ağaçlarını bilirsiniz. Bulunduğu yerde adeta bir görsel şölen sunar. Etrafını kucaklayan bir dost gibidir. Sonbaharla birlikte yapraklarını dökmeye başlar. İlkbahardaki canlanmaya dek kuru dallarıyla baş başa kalır.

 

Şehirlerde gezilip görülecek yerler çeşitli kategorilerde değerlendirilir. Tarihi yerler, müzeler, çarşı, pazar. Bu listeye pekâla asırlık çınarları da eklemek mümkün.

“Çınar ağaçlarının çokluğu ile meşhur olan şehir” tanımındaki asalet ya da “çınar ağacının yanındaki ev” tarifindeki zarafete bakar mısınız?

Gelen haberler pandemi sürecinde ağaçlara, toprağa, bahçeye hatta köy evlerine kafayı takan insan sayısında artış gözlendiği yönünde. İşte bizi bu bireysellik ve boş vermişlik mahvediyor.

Çam, meşe, ıhlamur ağaçlarının yerinde yükselen binalar. İncir, dut, mandalina ağaçlarının gölgesinde kaybolan çocukluğumuz.

Hayıflanmaları bir kenara bırakıp bir şehre en yakışır olan ne sorusuna toplum olarak çözüm aramama tembelliğinden ne vakit kurtulacağız?

Bir proje:

İlkokula başlayan her talebe için şehrin içinde ya da dışında uygun görülen alanlarda bir çınar fidesi dikilse örneğin. Eğitim hayatı devam ederken birlikte büyüseler.

Bir duyuru:

Belediye billboardlarında “şehrin fotoğrafını çek” çağrısıyla bir duyuru yapılsa diyorum. Gençlerin katılacağı bir yarışma şeklinde düzenlenecek proje kapsamında “şehrin en iyi 100 fotoğrafı” için ödül, sergi düzenlenebilir bu çalışma matbu hale getirilebilir.

Sonra bu gençler arasından şehrin muhabirleri çıkabilir. Sokak sokak, cadde cadde, okuldu kitapçıydı bir dünya başlık konuşulabilir.

Ayrıca şehrin çocukları bir araya gelip tanış olabilir. Birlikte bir çocuk gazetesi tasarlayabilir.

Bence olur. Çünkü neden olmasın?

Bir soru:

Şehrin belediye bilboardlarına her hafta üzerinde düşünülecek bir soru bırakılabilir.

En son ne zaman dalından elma kopardınız?

Hiç bir ağaca dokundunuz mu?

Tabii ki bu sorular bahçede hazır duran marulu, domatesi toplamaya üşenen bir ruh için son derece sıkıcı gelecektir. Ancak toprağın iyileştirici etkisini ve kıymetini kavramak için son virajdayız artık.

Hayata anlam katan büyüklerimizden yapacakları işler için ayın vakitlerini gözlediklerini duyduk. Pekmez mi kaynatılacak dolunay vakti beklenir, tarhana hazırlığı mı var dolunay vakti beklenir, erişte mi kesilecek dolunay vakti beklenirmiş. Bu şekilde yapıldığında bereketli olduğuna inanılırmış. Bu bekleyiş bizatihi bir değerdir, bünyesinde asil bir havayı barındırır. İşi önemsemenin ehemmiyetine bir vurgu saklıdır derininde.

Bir niyet:

Şehre bakıp konuşan, dağa bakıp konuşan, ağaca selam veren bir Nebi’nin ümmetinden yaşadığı coğrafyaya esenlik katması beklenir.

Niyet ettim çınar ağacına selam vermeye, gökyüzüne tebessüm etmeye.

0 Yorum

Yorum Yap