SON DAKİKA HABERLERİ
  • Samsun
  • Son Güncelleme 22:23

Bu gönderiyi paylaşabilirsiniz!

Yaşanılmaz alanlar haline gelen şehirlerde yaşamak günümüzde pek çok açıdan vazgeçilmez olarak yine karşımızda durmaktadır. Ancak bir zamanlar yaşamı kolaylaştıran şehirde yaşamak olgusu günümüzde önemini yitirmekte, kentten kaçış olgusu bir arayışın ilk göstergesi olarak kendini göstermektedir. Piknik alanlarına fırsat bulundukça gidiliyor olması şehir kültürünün getirdiği dayanılmaz ağırlığın bir anlık da olsa hafiflemesi anlamında önem taşımaktadır. Ancak günün akşamına doğru tekrar şehre dönüş yine şehrin olmazsa olmaz veya vazgeçilmez özelliklerine de dönüş anlamına vurgu yapmaktadır.

Şehrin bu haliyle bile kaçışla birlikte geriye özlemle dönüş anlamında yaşamımızda yer etmesi aynı zamanda şehre bakış açımızı ve beklentilerimizi de belirlemektedir. Dolayısıyla bakış açımızdaki farklılık, çelişki, benimseme gibi olgular şehre de bir noktada anlam katmakta, bizim için şehrin yaşamımızdaki konumunu da belirlemektedir. Bu noktadan sonra şehir beklentilerimize yanıt verdiği oranda bizden bir parça olmakta veya yanıt vermediği oranda şehirde yaşamak sırtımızda bir yük, bir zorunluluk halini almaktadır.

Şehrin çeşitli tanımları olmakla birlikte farklı bir açıdan tanımlamaya çalıştığımızda şehir; taş ve demir yığınları ile yeşil alanların farklı dozlarda çeşitli birleşimlerinin çeşitli kültürel değerlere göre düzenlenmiş halidir diyebiliriz. Bu yüzden şehri yapan kültürün kendinden kattığı oranda şehir yaşanabilir, algılanabilir veya duyumsanabilir bir yapıya dönüşmektedir. Bazı şehirlerin yaşanılır olmasından bahsedilmemesinin nedeni şehrin sadece barınma/korunma amaçlı olarak inşa edilmesindendir.

Hiçbir estetik, kültürel, tarihsel kaygı duyulmadan şehrin kurulmasıdır. Günümüzde dünyaca tanınan kentlerin tarihsel, kültürel ve estetik değerlere sahip olması rastlantısal değildir. İlk aşamada çağdaş mimari yapılarla öne çıkan şehirlerin olması doğal, ancak bu şehirlerin ruh ve bilgi dünyamızda fazla bir yeri olmadığı da bir gerçektir. Bu noktada “şehirlerin ruhu” kavramı gündeme gelmektedir. Gerçekte olmayan ama yaşanılan süreçte zamanla ortaya çıkan/oluşan “ruh/canlılık veren şey” özellikle kültürel, tarihsel ve estetik değerlere sahip olan şehirlerde hissedilebilmektedir. Ancak burada şehri hissedenlerin bakış açısının bu ruhu hissetmeye birinci derecede etki eden faktör olduğu göz ardı edilmemelidir.

Yıllar önce bir gezi çerçevesinde ziyaret ettiğim Van ilinde bulunan Akdamar adasındaki tarihi kilisenin bende oluşturduğu etkinin, önerim üzerine oraya giden arkadaşlarımda oluşturmamış olmasının bakış açısı, bilgi altyapısının eksik/farklı olması gibi kavramlardan önemli düzeyde etkilendiğini göstermektedir. Öz olarak ortaya koymak gerekirse taş ve demir yığınlarından oluşan şehre anlam katan o değeri ortaya koyan/sahiplenen, kısacası değer veren bireylerdir. Yoksa bizzat şehrin kendisi değildir. Dolayısıyla bir şehirde yaşamanın verdiği sorumluluk bilinciyle şehre sahiplenmek, onu anlamlı hale getirmek, anlam katılabilecek bir şekle sokmak o şehre borcu ödemenin, ahde vefanın en güzel örneğidir. Aksi halde birer etkisiz eleman gibi dünya üzerinde yaşayarak sadece doğal denge içerisinde bir birey olarak ömrünü tamamlamaktır.

Olayı ilimize uyarladığımızda Samsun’un sahipsizliği, ön plana çıkmaması, yaşanabilir bir şehir olmaması gibi olumsuz değerlendirmelerin temelindeki sorun, bu şehirde yaşayan insanların içsel sorunlarıdır. Bu olumsuzlukları gündeme getirerek olayı sorun haline getirmektense çözümün bir parçası olmak veya olayı sorun haline getirmeden katkı sağlamak gerekmektedir. Yoksa yerli/yabancı, Samsunlu/Trabzonlu gibi mikro düzeyde ayrım yapılarak Samsun’a hizmet edilemeyeceği gibi bir şehre/yöreye/bölgeye hizmet etmenin temel belirleyicisi bu tip ayrımlarda değil, verilen hizmetin nitelik ve niceliğindedir. O halde var mısınız? Samsun’a sahip çıkmaya ya da anlam katmaya…

0 Yorum

Yorum Yap