SON DAKİKA HABERLERİ
  • Samsun
  • Son Güncelleme 12:12

Bu gönderiyi paylaşabilirsiniz!

Her şehrin isimsiz bir yeri vardır. Zaman içerisinde anlam kazanan ve isimlendirilen. Tıpkı eski Türklerde çocuğa, bir kahramanlık öyküsü/serüveni sonrası isim konulması gibi. Mahallemizde de isimsiz olan ancak çok önemli işlev gören bir sokak vardı. Oruçbey Caddesi üzerinde ve Erciyes Sokaktan aşağı doğru inerken tam cadde ile kesiştiği kısımda bulunan Yumurtacı Ramazan Dayının evinin yanından aşağı doğru inen yaklaşık elli metrelik bir çıkmaz sokak. Yaşayan kişilerden yola çıkarak adına Çelik Çıkmazı diyelim.

 

Katip Mehmet Çelik abimizin ve ailesinin yaşadığı alan. Ve tabii ki pek çok kimsenin. Eski mahalle yaşamını anlatmanın en güzel tarafı; anılar ve özlemler içermesi yanında, şimdi bazı kaybolmuş güzel şeylerin de anlatılarak tekrar tazelenmesine olanak tanımasıdır.

 

Bir zamanlar hayatın sabah ışıklarıyla yeniden doğarak başladığı, radyolarda halk müziği eşliğinde programların yapıldığı, cıvıl cıvıl hayatın yaşandığı bir dönemden bahsediyorum. “Saat Yedi, Demirbank İyi Günler Diler” mottosu ile her gün bize kendisini hatırlatan, “Bir Bilmecem Var Çocuklar! Haydi Sor Sor” diye devam eden hala kulaklarımızda tınlayan şarkısıyla Eti Bisküvisi reklamının günümüzü doldurduğu, ruhumuzu doyurduğu günlerdir onlar. İşte bu dönemde mahallemizde mutlu insanların yaşadığı bir kesitten bahsedeceğim. Bugünlerde yıkık dökük de olsa hala anıları hatırlatan bu yerde yaşananlar ve yaşayanlar hakkında konuşacağız. Bu çıkmaz sokağa, cadde üzerindeki kaldırımdan girilirdi. Merdivenleri çocukluk dönemimize göre oldukça yüksek yapıdaydı. Her dar sokakta olduğu gibi buraya girişte de kısmen de olsa bir nem kokusu karşılıyordu. İnişin hemen solunda o zaman Yumurtacı Ramazan Dayı olarak tanıdığımız beyaz sakallı kişi ve ailesi otururdu. Hanımı Saliha Abla, çocukları Nami, İlhan, Sami, Recep ve Tuğba idi. İçlerinde en iyi tanıdığımız, bu sokakta oturan Mehmet Çelik Abinin kız kardeşi Asiye Abla ile evli olan Sami Abiydi. Azot Fabrikasında elektrikçi olarak çalışan Sami Abi efendiliği ile tanınan bir kişi idi. Hanımı rahmetli Asiye Abla da neşesi ile ön plana çıkardı.

 

Ramazan Dayının oturduğu evin alt kısmı yolun seviyesinin de altında kalırdı. Orada da Hüseyin ve Hasan Sincak Abimizin kız kardeşi Saliha Abla ve eşi Hasan Abi otururdu. Çocukları Füsun (Mustafa Bank Abi ile evli), Asiye, Yahya, Mehmet ve Fatma idi. Asiye ile Emrullah Efendi İlkokulunda birlikte okumuştuk. O dönemde Kökçüoğlu Mahallesinde oturup da yolu Emrullah Efendi İlkokulundan geçmeyen hiç kimse yoktur. Soldan itibaren aşağı doğru ilerlediğimizde hemen bir boşluk alan vardı. Bu alanın sol tarafında yaklaşık 2 metre yüksekliğinde bir duvar vardı. Bu duvarın o dönemdeki tüm çocuklarda anısı vardır. Mahallede komen ve saklambaç gibi oyunlar oynadığımızda Terzi Fatma Abla ve Ordulu Ayşe/Emine Ablanın yaşadığı ara sokaktan kaçar Fadime Sincak Ablanın evinin yanındaki bu duvardan atlayarak bahsettiğim çıkmaz sokağa geçer, izimizi kaybettirirdik. Üzerinde nemden dolayı yosunlar olması da bizi pek etkilemezdi.

 

Bu boşluktan sonra sol tarafta iki katlı ve yığma tuğladan yapılmış, aksakallı Süleyman Çelik Dayı ve Meksüde Çelik Ablanın yaşadığı ev vardı. İkinci katında kendileri otururdu. Dindar, saygılı ve çok iyi insanlardı. Süleyman Dayı bir akşam namazı esnasında camide iken fenalaşmış ve sonrasında vefat etmişti. Çocukları ise mahallede çok tanınan ve sevilen; polislik yapan Ömür, tekstil sektöründe çalışan Ömer ile Asiye ve Fatma Abla idiler. Ve tabii ki en büyükleri mahallemizin yakışıklısı, her zaman güzel giyinişi ve kravat takmasıyla meşhur Katip Mehmet Çelik Abi idi. Mehmet Abinin Kökçüoğlu Camisinin güzelleştirilmesi ve korunmasında çok emeği geçmiştir. Meksüde Abla ikinci kat evinin önünde oturur ve elinde bir tespih ile sürekli dua ederdi. Bu evin alt katında ise Mevlüde Abla ile Salih Abi otururdu. Salih Abi, Ordulu Ayşe Ablanın oğlu ve Adil Sonkaya abimizin kardeşiydi. Genç yaşta vefat etmişti. Hava iyi olduğu zamanlarda caddeye çıkar kaldırımda bir sandalyede oturur, gününü geçirirdi. Hastalığı nedeniyle genç yaşta hayata veda etmişti. Çocukları ise Neriman, İlknur ve yine genç yaşta babası gibi vefat eden Mustafa idi. Mevlüde Ablanın daha sonra Karasakal Hasan ile olan evliliğinden Binnur da kardeşlerin en küçüğüdür. Bu evde Mevlüde Ablalardan sonra Ömür Abi ve eşi Melek Abla bir müddet oturmuş, daha sonra İstanbul’a taşındıkları için boş kalmıştır. Onların da Canan adında bir kızları var idi.

 

Bu evin hemen yanında ve bitişik şekilde Mehmet Abinin iki katlı evi bulunmakta idi. İki evin terası bitişik olduğu için geçiş yapılırdı. Mehmet Abinin eşi ve Meksüde Ablanın kız kardeşi olan Zekiye Abla dünya iyisi bir insan olup uzun yıllar evinde mukabele okutması ile tanınırdı. Sağlık sıkıntıları olduğu için yürüme zorluğu çekmesine rağmen hayat dolu mükemmel bir insandı. Süleyman Dayının birinci eşinden olan oğlu Mehmet Abi ile evliydi ve ona hep “Katip” diye seslendirdi. Mehmet ve Zekiye Çelik çiftinin çocukları ise Pamuk Mustafa, Servet, Ali, Adem ile Şahsene Abla idi. Uzun yıllar Ramazan ayında mukabele sürmek için misafirleri olurdum. Evi tertemiz ve pırıl pırıldı. Minderlerin serildiği yerde gelen herkes oturur, Kuran dinlerdi. Ben de hemen hocanın yanında bir puf üzerinde otururdum. Zekiye Ablanın küçük oğlu Adem benim çocukluk arkadaşımdı. Hala bu dostluğumuz devam etmektedir. Adem’in Joe adında bir kurt köpeği var idi ve çok sevimliydi. Ayrıca babamlarla Zekiye Ablanın çocukları sütkardeştiler. Bu da muazzam bir yakınlık ve dostluk oluşmasına sebep oluyordu.

 

Sokağın sağ tarafında gelince hemen merdivenlerin iniş kısmında Bayburtlu bir aile oturuyordu. Fayık Dayı ve Hanife Teyze, ailenin büyükleri idi. Çocukları Musa, Rıza, Dursun Ali, Hamdi ve Nafız Kaymaz idi. Üst katta ise mahallemizde uzun yıllar yaşamış olan İncidiş ailesi var idi. Aile büyükleri Fatma Abla ve Hasan Dayı idi. Çocukları rahmetli Murat Abi, Terzi Fatma Ablanın kızı Emine ile evli Muzaffer Abi ve hanımefendiliği ile bilinen Sabriye idi. Murat Abinin eşi Hava Abla idi. Çocukları Fatma, Hülya, Nilüfer, Emine ve Hasan’dır. Şimdi ise bu ailelerin tamamı farklı şehir ve mahallelere yerleşmiş, bu evleri terk etmiş durumdadır. Binalar da zamanın yıpratıcı etkisiyle baş başa kentsel dönüşüm kapsamında yerlerine kurulacak olan yeni yapıları beklemektedir. Ancak her bakıldığında anıların canlandığı, “hey gidi günler” denildiği güzel günleri hatırlatmaya devam etmektedir.

 

Ana hatları ile gözümüzde canlandırdığımız bu çıkmaz sokakta yaşanan hayatlar aslında kendi içinde bir aile yaşantısı gibidir. Ortasındaki, çocuk iken çok geniş şimdi ise dasdaracık görünen avluda çocuklar oynar, kenarlarında ise aile büyükleri oturup karşılık sohbet ederlerdi. Hatta yaz ve kış gıda hazırlığı gibi konularda birbirlerine yardımcı olurlar, bir evde pişen yemek komşu ile paylaşılırdı. Herkes bir bedenin parçaları gibi birbiriyle uyumlu yaşardı. Günümüzdeki site yaşantısında olduğu gibi kimsenin birbiriyle görüşmediği ama hep birbirini asosyal olmakla suçladığı bir yaşam yok idi.

 

Kadınlar çeyiz işler, birbirlerine motif paylaşırlardı. Çocuklara herkes sahip çıktığı gibi mahallenin tüm büyükleri çocukların terbiyesinden sorumlu olur, katkıda bulunurdu. Kavga olmaz, olsa da sonu tatlıya bağlanırdı. Küslük, kısa süreli uzak durmadan öteye geçmezdi. Kişilerin isimlerinin önünde ilçe/köy adı veya mesleği bulunur, sosyal kimlik olarak bunlara değer verilirdi. İsimlerinin sonunda ise saygı ifadesi olarak abla, abi, dayı teyze ve amca gibi ifadeler kullanılırdı. Birbirine yalın isimlerle hitap olmazdı. Soyadları pek bilinmezdi. Ayrıştırıcı ve ötekileştirici ifadelerden kaçınılırdı. O günlerde her bir bireyin değeri vardı. İstatistiksel olarak sayısal değer pek bilinmezdi. Tanımayanlar bile birbirine selam verir, yakınlık kurmanın veya tanış olmanın ilk basamağı olarak işlev görürdü. Günümüzdeki gibi salt işi olanın birbirine açılış cümlesi olmaktan öte anlamı vardı. Her şey değerliydi. Alınan hediyelerin uzun yıllar anı olarak büfelerde, camekânlarda saklandığı dönemlerdi. Şimdi ise elimizde ne anılar ne hediyeler ne de değer verdiklerimiz kaldı. Yıkık dökük sokaklar ve evler. Bölük pörçük anlatılan anılar... Kapalı kepenkler... Anıların iz bıraktığı camlar… Bir de hala gönlümüzde özel yeri olanlar…

 

0 Yorum

Yorum Yap